Bazen, mutluluğu ve hayranlığı en beklemediğimiz yerlerde buluruz. Bazen bir dağın zirvesinde, bazen de bir dağın tam kalbinde, yerin metrelerce altında... Bugün rotamızı, Kırklareli'nin yemyeşil Istranca (Yıldız) Dağları'nın arasına gizlenmiş, adeta bir yeraltı sarayını andıran Dupnisa Mağarası'na çevirdim. Ve şunu baştan söylemeliyim: Bu, sadece bir mağara gezisi değil, zamanın durduğu, doğanın milyonlarca yıllık sabrına tanıklık ettiğiniz büyülü bir yolculuktu.
🌳 Doğanın İçine Gizlenmiş Bir Kapı
Kırklareli'nin Sarpdere Köyü yakınlarında bulunan mağaraya ulaşmak bile başlı başına bir macera. Istrancalar'ın o meşhur virajlı ama bir o kadar da keyifli yollarından, ağaçların gökyüzünü kapattığı yeşil tünellerden geçerek varıyorsunuz. Mağaranın konumu o kadar etkileyici ki, daha içeri adım atmadan doğanın o saf, temiz enerjisi sizi sarıp sarmalıyor. Kuş cıvıltıları ve yaprak hışırtıları arasında, sizi karşılayan ahşap giriş, yepyeni bir dünyaya açılan bir portal gibi duruyor.
💧 Milyon Yıllık Bir Sanat Galerisi: Kuru ve Sulu Mağara
Gezime başlarken ödediğim 40 TL'lik giriş ücreti, içeride göreceklerimin yanında ne kadar da sembolik kalıyormuş, onu anladım. Dupnisa, aslında iki katlı ve üç mağaradan oluşan dev bir sistem. Ziyarete açık olan kısımlar "Kuru Mağara" ve "Sulu Mağara" olarak ayrılıyor.
Yolculuk, "Kuru Mağara" ile başlıyor. Burası adeta bir heykeltıraşın elinden çıkmış devasa bir salonu andırıyor. Milyonlarca yılda oluşan sarkıtlar (tavandan sarkanlar) ve dikitler (yerden yükselenler) o kadar muazzam ki, kendinizi bir bilim kurgu filmi setinde gibi hissediyorsunuz. Işıklandırma o kadar başarılı yapılmış ki, her bir oluşumun gölgesi ve detayı gözlerinizin önüne seriliyor. Fotoğraf makinesinin deklanşörüne defalarca basmaktan kendimi alamadım.
Ancak benim için asıl "keyif verici yolculuk" kısmı, "Sulu Mağara" bölümüydü. Ahşap bir platform üzerinde ilerlerken, altınızdan akan yer altı nehrinin (Rezve Deresi'nin kollarından biri) sesini duyuyorsunuz. Mağaranın içindeki serin, nemli ve tertemiz hava ciğerlerinize doluyor. Suyun aşındırdığı kayalar, oluşan küçük göletler ve o mistik atmosfer... İşte burası, gezinin "vay be!" dedirten noktasıydı. Yarasaların da evi olan bu mağara sistemi, doğanın ne kadar güçlü ve hassas bir dengeye sahip olduğunu yüzünüze çarpıyor. Platformda yürümek son derece güvenli ve bir o kadar da heyecanlı.
😊 Gezinin En Sıcak Anı: Güler Yüzlü Istranca Esnafı
Bir yeri güzel yapan sadece coğrafyası ya da tarihi değildir; oranın insanıdır. Dupnisa Mağarası gezimi unutulmaz kılan detaylardan biri de tam olarak buydu. Mağara çıkışında, yöresel ürünlerin satıldığı küçük, samimi tezgâhlarla karşılaştım. Beni karşılayan esnafın yüzündeki o içten tebessüm, "Hoş geldiniz, beğendiniz mi?" sorusundaki o samimiyet...
Bu insanlar, sadece bir şeyler satma derdinde değillerdi; onlar, kendi memleketlerinin bir değerini sizinle paylaşmanın gururunu yaşıyorlardı. O kadar misafirperver ve güler yüzlüydüler ki, bir anda kendimi bir tezgâhın önünde bölgenin hikayelerini dinlerken buldum. Bir çay ikramı, tatlı bir sohbet ve yapmacıklıktan uzak o misafirperverlik, Trakya insanının sıcaklığını bir kez daha kanıtladı. Bu, gezinin en az mağaranın içi kadar değerli olan "insan" dokunuşuydu.
🗺️ Sonuç: Mutlaka Gidin!
Dupnisa Mağarası, İstanbul'a bu kadar yakın olup da nasıl bu kadar bakir kalabildiğine şaşırdığım bir cennet. Eğer siz de hafta sonu için farklı bir kaçamak arıyorsanız, doğanın içinde hem görsel bir şölen yaşamak hem de Trakya'nın o güzel insanlarıyla tanışmak istiyorsanız, rotanızı mutlaka Kırklareli'ne, Dupnisa'ya çevirin.
Yanınıza kaymayan bir ayakkabı ve (içerisi yazın bile serin olduğu için) bir hırka almayı unutmayın. Bu yeraltı yolculuğu, size dünyanın ne kadar mucizevi bir yer olduğunu hatırlatacak.







0 Yorumlar