10/recent/ticker-posts

Taşlarda Saklı Hikâyeler: Hadrianapolis’in Derin İzleri


Hadrianapolis Antik Kenti hakan çolak hakancolakcom


Geçmişin izlerini günümüze taşıyan antik kentler, bizlere sadece taş yapılardan çok daha fazlasını sunar. Onlar; insanlığın yaşam biçimlerini, inançlarını, kültürlerini ve hayallerini yansıtan canlı birer tarih sahnesidir. İşte bu düşüncelerle, sonbaharın dingin bir gününde yolum Karabük’ün Eskipazar ilçesinde yer alan Hadrianapolis Antik Kenti’ne düştü. Öncesinde çok şey duymuştum ama gözlerimle gördüğümde, beklediğimden çok daha derin bir etki bıraktığını söylemeliyim.


Antik kente vardığımda ilk dikkatim çeken şey, buranın girişinin ücretsiz olmasıydı. Böylesine değerli bir tarihi mirasla karşılaşmak için herhangi bir ücret ödememek, ziyaretçilerin bu kültürel zenginliğe daha kolay ulaşabilmesini sağlıyor. Bence bu, bölgenin tanıtımı açısından da büyük bir avantaj. Çünkü merak eden herkes, tarih meraklısı olsun ya da olmasın, rahatlıkla gelip görebiliyor.


Hadrianapolis’in tarihi, adından da anlaşılacağı üzere Roma İmparatoru Hadrian dönemine uzanıyor. M.S. 1. yüzyılda kurulduğu düşünülen bu kent, özellikle Bizans döneminde de önemli bir dini merkez olmuş. Antik şehirde gezerken, o dönemin ihtişamını hissettiren kalıntılarla karşılaşıyorsunuz. Mozaikler, kilise temelleri, su kanalları ve mezar taşları... Hepsi, yüzyıllar öncesinden bugüne ulaşan sessiz tanıklar gibi.


En çok etkilendiğim noktalardan biri ise kilise kalıntılarındaki mozaikler oldu. Özellikle balık, geyik ve çeşitli bitki motifleriyle süslenmiş bu mozaikler, dönemin sanat anlayışına ışık tutuyor. Yüzlerce yıl toprağın altında kalıp günümüze kadar korunabilmiş olmaları ise adeta bir mucize. Mozaiklerin önünde durup onları izlerken, sanki geçmişle bugün arasında görünmez bir köprü kurulduğunu hissettim.


Kentin sokaklarını dolaşırken, antik dönemde burada yaşayan insanların gündelik hayatlarını hayal etmeye çalıştım. Belki bir köşede çocuklar oynuyor, başka bir yerde tüccarlar mallarını satıyor, bir başka noktada ise dini törenler düzenleniyordu. Zamanla harabelere dönüşmüş bu taş yapılar, aslında bir zamanlar capcanlı bir yaşamın kalbini oluşturuyordu.


Antik kentteki bir başka önemli unsur da su sistemleri. Roma mühendisliğinin en güzel örneklerinden biri olan bu sistemler, kentin ihtiyaçlarını karşılamak için oldukça ustaca tasarlanmış. Kanallar, sarnıçlar ve çeşme kalıntıları hâlâ görülebiliyor. Bunları gezerken, Roma döneminin ne kadar ileri bir mühendislik anlayışına sahip olduğunu bir kez daha fark ettim.


Hadrianapolis’in bana hissettirdiklerinden biri de huzurdu. Kalıntıların arasında yürürken sessizlik hâkimdi. Yalnızca doğanın sesleri, rüzgârın uğultusu ve kuş cıvıltıları eşlik ediyordu bana. Bu atmosfer, hem tarihi düşünmeye hem de günümüz yaşamının karmaşasından uzaklaşmaya imkân tanıyordu.


Ziyaretimin en güzel yanlarından biri de, buranın henüz çok kalabalık olmamasıydı. Büyük antik kentlerde karşılaşılan yoğun turist kalabalığı burada yoktu. Bu da insanın yapıları daha rahat incelemesine ve fotoğraflamasına olanak sağlıyordu. Özellikle fotoğraf meraklıları için Hadrianapolis, harika kareler yakalanabilecek bir mekân.


Sonuç olarak, Hadrianapolis Antik Kenti benim için sıradan bir gezi noktasından çok daha fazlası oldu. Tarihin katmanları arasında yürümek, geçmişin izlerine tanıklık etmek ve bu değerli mirası yerinde görmek unutulmaz bir deneyimdi. Üstelik girişin ücretsiz olması, herkesi bu deneyime davet eder nitelikte. Eğer yolunuz Karabük tarafına düşerse, bu gizli hazineyi görmeden dönmeyin derim. Çünkü Hadrianapolis, sadece bir antik kent değil; aynı zamanda insanlık tarihinin, kültürünün ve sanatının canlı bir parçası.

















Yorum Gönder

0 Yorumlar