2025 yılının başında, yeni yılın o tanıdık heyecanıyla kendime küçük ama iddialı bir söz verdim: Bu yıl 80 kitap okuyacaktım. Ne kişisel gelişim klişeleriyle dolu bir meydan okuma ne de sosyal medyada paylaşmak için konulmuş bir hedefti bu. Daha çok, kendimle baş başa kaldığım anlarda bana eşlik edecek sayfalarla dolu bir yıl hayaliydi. Bugün geriye dönüp baktığımda, bu hedefi tutturmuş olmanın verdiği mutluluk, okuduğum kitapların toplamından bile daha büyük bir tatmin duygusu yaratıyor.
80 kitap demek, 80 farklı dünya demek. Kimi zaman bir mitolojik karakterin gölgesinde dolaştım, kimi zaman İstanbul sokaklarında bir cinayetin izini sürdüm, kimi zamansa insan zihninin en karanlık köşelerine indim. Her kitap, ruh hâlime göre seçildi; bazen kaçmak için, bazen anlamak, bazen de sadece susup dinlemek için okudum. Elbette her gün aynı istekle elime kitap aldığım olmadı. Yoğunluk, yorgunluk, ertelemeler… Ama işin güzel tarafı şu oldu: Kitaplar beni hiç yargılamadı. Ne zaman hazır hissettiysem, kaldığım yerden devam etmeme izin verdiler.
Bu süreçte fark ettiğim en önemli şey, okumanın bir “performans” olmadığıydı. Sayı hedefi motive edici olsa da asıl mesele, kitaplarla kurduğum bağdı. Bazı kitapları günlerce elimden bırakmadım, bazılarını sindire sindire okudum. Altını çizdiğim cümleler, not aldığım paragraflar, bir anda durup düşünmeme sebep olan karakterler oldu. Okudukça kelimeler çoğaldı ama sessizlik de derinleşti. Kendimle kurduğum iç diyalog daha berrak hâle geldi.
80 kitaplık bu yolculuk bana şunu öğretti: Disiplin, keyfi öldürmek zorunda değil. Aksine, doğru kurulduğunda keyfi besliyor. Kitap okuma alışkanlığım daha düzenli hâle geldi, dikkat sürem uzadı ve en önemlisi, yalnız kalmaktan daha çok keyif almayı öğrendim. Belki yıl başında bu hedefi koymasaydım da okurdum ama bu kadar bilinçli, bu kadar sahiplenerek olmazdı.
Şimdi önümde yeni bir soru var: Bundan sonra ne olacak? Belki yine bir sayı koyarım, belki de sadece içimden geldiği kadar okurum. Ama şunu biliyorum; bu yıl kitaplar benim için sadece hikâyeler değil, tanıklardı. Ve iyi ki bu sözü kendime vermişim.
Üç Kitap, Üç Farklı Kapı
Bu 80 kitap arasında bazıları vardı ki, sayfaları kapattıktan sonra bile zihnimde dolaşmaya devam etti. Christopher Dell’in Mitoloji kitabı, kadim hikâyelerin aslında ne kadar güncel olduğunu fısıldadı bana; tanrılar, kahramanlar ve insan zaafları hiç değişmemiş gibiydi.
Ahmet Ümit’in Agatha’nın Anahtarı, edebiyatla polisiye arasında ustaca kurduğu köprüyle beni hem düşündürdü hem de oyuna dahil etti.
Stephen King’in Sadist’i ise rahatsız edici ama bir o kadar da sürükleyiciydi; korkunun, insan zihninde nasıl sessizce büyüdüğünü gösterdi. Bu üç kitap, okumanın sadece keyif değil, güçlü bir deneyim olduğunu yeniden hatırlattı.

0 Yorumlar